O da





     Dağılmış geniş yatağın kenarında bir koltukta oturuyordum. Onun uyuyuşunu izliyordum, buruşmuş ve yer yer katlanmış uzun beyaz çarşafın altından sağ ayağını görebiliyordum onun. İnce, zarif muazzam bir bileğe sahipti . Bunu ona her fırsatta dile getiriyordum. Her bir parçasını ayrı hayranlıkla izlediğim vücudunun özellikle ayaklarına ve ayak bileklerine olan hayranlığımı hiç bir zaman gizlemedim ondan.

     Uyanık olduğu vakitler hep güçlü durur. Masum ve çocuksu iç dünyasını pek çok insana göstermekten kaçınır. Hem işinde, hemde çevresinde güçlü bir kadın olarak anılmak onun da hoşuna gidiyordu.

     Yarım açık perdeden, yatağın üzerine geometrik şekiller çizen güneş ışığının kesiştiği yer dikkatimi çekti. Çok fazla takılmadım ama yorganın içerisinde onun oluşunu biliyor biraz daha bileklerini inceliyordum. Ne kadar nazik ve kadınsı bilekler. Yorganın altında sıcaklamış olacak ki yavaşça suratından yorganı indirdi boynuna doğru.

 "Perdeyi kapatır mısın güneş gözümü alıyor." dedi. Kahvemden bir yudum daha alarak onu duymamazlıktan geldim. Uyanmasını istiyordum çünkü. Uyandığında ki o ilk bana baktığı anı o sadece " bana ait " olan anı görmek istiyordum. Makyajı akmış, yastığa bulaşmış, yorgun ve henüz yeni doğmuş bebek gibi olan suratını görmek hoşnut ediyordu beni.

     Sadece iç çamaşırlarıyla yatmayı severdi. En pejmurde halinde bile muazzam bir kadındı. Sabahları tatil günlerinde erken kalkmayı pek sevmiyordu. Bir sigara yaktım. Pencereyi araladım ve yer yüzünde yaşanacak en güzel keyfi yaşayabiliyor olmanın mutluluğu ile bir kaç sefer daha çektim sigaramdan. Keşke böyle olsa hep. Sessizlik. Kahve. Bir kaç sigara.

     Üzerinde ki ağır yorganı tekrar dengeli bir şekilde üzerine uzatmaya çalışırken, bölünmekte olan uykusunu ve yorganın içerisinde ki sıcak vüdunu gördüm. Sol tarafımda dün akşamdan kalma biri yarım bırakılmış 2 şarap kadehi duruyordu. Kırmızı şarap. Şişesi bitmiş içinde kalan yok denecek kadar olan şarap dökülmesin diye mantarı tekrar içine zorla tıkılmış. Şişenin içerisinde bir kaç sigara izmariti. Gecenin mahmurluğunu hala yaşayan yarım salkım üzüm ve bir kaç şeftali dilimi. Tüm gece bizi oradan izlemiş olmalılar.

     En konuşmak zorunda olmadığımız anı yaşıyorduk. O uyuyor ben ise onu seyrediyordum. Uyanık insanlar karşılıklı birbirlerini izleyemiyorlar. Böyle bir şey neden yapılsın ki? Ne kadar saçma! gibi ıvır zıvır harf toplulukları kulağımı tırmalıyor. Hiç bir insan bunun ne demek olduğunu anlayamayabilir. Ben biliyordum. En azından öyle olduğunu hissediyordum.

     Bir ara bir şeyler söyler gibi oldu. Toplayamadığı harfleri bende dizemedim. Efendim? diye de seslenmedim. Ne yapacağını, nasıl yapacağını merak ederek onu izlemeye devam ettim. Güneşten çok ısınan sol bacağımı diğer bacağıma doğru yaklaştırırken ayağıma çarpan topuklu ayakkabılarından bir tanesini alıp incelemeye başladım. Nasıl oluyor da bir giyim ürünü bu kadar dikkat çekici ve tahrik edici olabiliyor. Nedir bunu vazgeçilmez kılan?

     Diğer tarafa doğru bakan suratını ani bir hareketle benim olduğum tarafa döndürdü. Gözlerini kapalı olmasına rahmen ne kadar güzel gözleri olduğunu düşündüm. Renklere takılmadım hiç ama boyutları özenle ayarlanmıştı. Kaşlarının her bir teli kendine ait karakteri var gibiydi. Dağılmış saçlarından bir kaç tanesi suratına geliyor ve hiç bir cerrahın bu kadar düzgün yapamayacağı burnunu kapatıyordu. Dudakları hareket etmeye başladığında dünyanın dönüşü yavaşlıyor her şey ağır çekim oluyor istemedende dudakları haricinde her yer bulanıklaşıyordu. Birbirlerine yaslanırlarken bile mükemmel duruyorlar.

     Duvardaki gri sevimsiz saat öğleden sonra 13:05 'i gösteriyordu fakat o an saatin çok ta önemi yoktu. Bir şey ifade etmiyor. Şuan zamanın durduğu andı.

     Elimdeki kahveyi, şarap kadehlerinin yanına iliştirdim. Sigaramı şarap şişesinin içine atıp mantarını tekrar kapattım. Boxer'ımı tekrar giyip usulca yorganın altından yanına sokuldum. Çok az da olsa gözlerini açıp beni görüp hafif gülümsedi. Sonra biraz daha uzun sarılarak kendine doğru çekti. Suratını boynuma gömerek saçlarını okşamaya devam ettim. Sıcak. Güneş odayı çok sıcak hale getirmişti. Bir kaç defa öperek yanaklarından ve saçlarından çıktım yataktan. Dolaba gidip bir bira açtım kendime. Boğazımı yakana kadar soluk almadan içtim. Nefes alamamaya başladım ama hala içiyordum. Durdurulmaz hale geldi ve boğulmaya başladığımı farkettim. Kafama diktiiğim şişeyi ağzımdan çekemiyordum ve nefes alamıyordum. Korkmaya başladım. Panik yapıp çaresizce kıvranmaya başladım. Ne yapabileceğimi bilmiyordum ve birden,


     Gözlerim açıldı kendiliğinden. Anlamsız şekillerin olduğu kısa bir yorganın içerisinde soğuktan donmak üzereydi bedenim. Odam hiç ısınmamış, elektrik gitmiş ve ufak boktan ısıtıcım susmuş. Burnumun soğukluğunu dudaklarımdan hissedebiliyordum. Kapalı bir hava ve yağmur yağmak üzere. Hava daha da soğumuş. Bir kaç kat giyindiğim elbiselerim ısıtmıyordu bedenimi. Yataktan çıkmaya üşendim ve tekrar uyumayı denedim. Fayda etmedi. Yanımda duran ufak sehpahanın üzerinde buruşturulmuş bir kaç bira kutusu ve ağzına kadar dolmuş küllüğü gördüm. Bir kez daha miskinleşip kalkıp sigara yaktım.

Boğulmaktan pekte korkmuyordum artık. Biliyordum çünkü nasıl bir şey olduğunu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yaşlılar

Edokta Bir Kış Gecesi

NEDJİMA