.13.14.15.



.15 Şubat.

     Pek bir önemi yok 14 şubatın benim için. Pek diyorum çünkü buna inanan insanlara, değer veren insanlara saygı duyuyorum. Sadece bugün onlarınmış gibi dışarıya çıkıp sevgilim, eşim, hayatımın en değerlisi dedikleri ile birlikte vakit geçiriyorlar. Normalde de geçiriyorlar fakat bugün sanki farklıymış gibi davranıyolar. Bugünü öyle geçirmek zorundalar.

     Dünyada kaç tane insana denk gelir bilemiyorum ama 13.14.15 şubat sırasıyla değerli hale geliyor insan hayatına. Bir anda hemde. Tanrı bazen sıralıyor günleri karşına. Tesadüf diyor farklı yaşıyorsun gibi hissediyorsun o günleri. Normalde sevgililer günü haricinde çok daha eğlendiğin bir zaman oluyor. Çok fazla güldüğün, daha fazla seviştiğin, daha fazla romantikleştiğin, duygusallaştığın, sarıldığın günler ama dünyaca herkesle mecburen o günü kutlamak zorunda kalıyorsun. Bu benim şahsi fikrimdir. Eğer inanıyorsan 14 şubat kavramına, sevgilin ile en çok güldüğünüz, birlikte olmaktan en çok mutlu olduğunuz günü ya da günleri 14 şubat ilan edin. Özel bir şey yapmanız gerek yok o günler için. Belki tekrar o çok güldüğünüz ya da birlikte kaldırımla koştuğunuz mahalleye bir daha gidersiniz. Siz öyle yapın.

     Bir kaç bardak rakı içer, ufak tefek meze hazırlar derin bir müzik açar biraz hayata sitem eder biraz dertlenir en büyük sıkıntılarımızı gömeriz içimize. 

     14 neyse de 15 şubat daha önemlidir hayatımda. Benim bireysel şahsi hayatımda. Seviyorum 14 şubat yorgunlarını o gün izlemeyi. Herkes 14 derken ben 15 demeyi seviyorum. Şubat işte. İstanbul'da pek yaşanmıyorum ama geldiğim memleketlerde çok güzel soğukları olan mevsim. 


     Bir hikaye duydum sana burada ondan bahsetmek istiyorum biraz.

     Gün içerisinde ki koşuşturmanın, kafa ve beden yorgunluklarının birikiminde çok bitkin düştüğünde beynim biraz daha farklı çalışmaya başlıyor. Bunu övme adına söylemiyorum. İyi midir kötü müdür bilemiyorum sadece böyle hissediyorum. Bazı kelimeler duyuyorum, bazı hikayeler. Hepsinin sonu alkole çıkıyor. Ya ben de bir sorun var ya da duyduğum hikayelerin hepsi alkolle alakalı. 

Hiç tanımadığım bir adam şöyle anlatıyordu;

     - Klasik adamlardan olma kızlara yaklaşırken. Senin bir farkın olmalı. Kendini farklı hissediyorsun ya hani, işte bunu karşı tarafa da mutlaka hissettir. Ben farklıyım! diye bil hareketlerinle. Sen farklısın çünkü. Kimsede olmayan bir şeylerin mutlaka var olmalı. Boş adam olma. Nazik ol, kibar ol bir bayanın dilinden zor biliyorum ama az da olsa anlamaya gayret et. Onlara çiçekler ver ve güzel sözler söyle. İltifatlar yağdırma bu seni basitleştirir. Sadece bir ağızdan çıktığında ikinizinde hoşuna giden cümleler olsun. Ona söylediğin her söz onun ruhunu okşarken seninde farkını ortaya çıkarsın. Çünkü sen farklısın! Sana pek sık anlatmadığım bir anımdan bahsedeyim çocuk, lütfen dikkatle dinle.

- Bir zamanlar marangoz dükkanım vardı. Mahallemde sevilen sayılan bir adamdım. Gün içerisinde dostlarım gelir beni sık sık ziyaret eder, güler eğlenir bir yandan işlerimi hallederdim. Bir gün yetiştirmem gereken bir iş varken elimde dostlarım bir öğle arası ziyaretime gelmiş, tezgahımın önünde ben bir yandan çalışırken muhabbet etme, gülebildiğimiz bir kaç anımızdan bahsediyoruz. Dükkanımın camları enine boyuna geniş tahta hala vernik kokusu üzerinde olan çerçevelerden oluşur. Camın önüne koyduğum bir kaç parça el oyması işlerimi mahalleden geçen herkes bir kaç saniyeliğine de olsa durup bakardı. Tahtaları oyarak yaptığım, minik yavru köpek figürleri, uçmaya çalışan kırmızı gözlü martılar, anne ve yavrusu tavşanlar, bir kaç sincap ailesi figürleri sergilerdim. Bunları can sıkıntısıyla yaptığım satılık değil ama isteyen olursa hediye ederim diye koyduğum şeylerdi. O gün dostlarım dükkanımda, oyma tezgahımın etrafını sarmış muhabbete tutuşmuşken birden gözüm dükkanın camından yaptıklarıma bakan zarif üzerinde beyaz hırkası olan, çapraz çantası, toplu saçları, keskin yüz hatları olan bayana ilişti.

( Şarap şişesini hızlıca kavrayıp, biten su bardağının içine tekrar dolduruyor)


- O keskin surat hatları olan, bakışları sert, giyimi, makyajı her şeyi ile güzel olan bayanı gördüğümde bir an, bir kaç saniyeliğine ruhumun ağırlığının bedenimden kalktığını hissettim. Buna aşk demem mümkün değildi zira mantıklı bir cümle kuramıyorken, mantıklı bir şey düşünmem çok zor. Fakat ilk aklıma gelen aşk olmuştu. Bir bayanı görüp anlık kayboluyorsa bir erkek nedir bunun başka tarifi. Ne olabilir bilemiyorum. Etrafımdaki dostlarım beni muhabbete dahil etmeye çalışırken, suratıma bağırıcasına gülerken ve benimde gülmem için ısrarlar etrafımda adeta bir barikat kurarken nasıl daha dikkatli bakabilirdim. - dedi.

( Bu esnada bir sigara yaktık. Onu hiç tanımıyor fakat bu kadar heycanla dinliyor olmak beni şaşırtıyordu aslında. Biraz uzaklara baktık. Ben bir şey sormadım o da bir müddet daha sessiz kaldı. Birden bana bakarak tekrar..)

- Sıradan olma çocuk. Sen herkes gibi olma. Senin bir farkın olması lazım. En kötüsü sen ol, en terbiyesizi, en iyisi, en ahlaksızı, en arkadaşı, en büyük aşkı, en enleri ol ama sen ol, farklı ol. ( dedi ve su bardağının içerisinde kalan yarım şarabı havaya doğru kaldırıp kadeh tokuşturmamızı ima etti. Kaldırdım ve...) 

- Bugün onun ciğerine çektiği ilk nefesin günü, bir anne babanın heyecanının en başka günü ( dedi )

- Bu kadehimiz ona olsun, vur sesi duyulsun, gönüller bir olsun ama afiyette olsun ( dedi. bardaklarımızı tokuşturduk. Ne dediğine dair bir fikrim yoktu açıkcası ama dinlemek hoşuma gidiyordu. O kıza ne olduğunu, bu adama ne olduğunu, tanıştılar mı? konuştular mı? merak ediyordum. Sessizliğimi korudum ki devam etsin diye)

- Sormayacak mısın o bayana ne olduğunu? ( dedi )
- Dur sorma ben anlatayım. O bayan bir süre daha camın önünde ki ufak tahta oymaları inceledi. Sonra yanına gelen bir başka bayan arkadaşı ile birlikte oradan uzaklaştılar. Onu bir daha hiç göremedim. Bir kez daha mahallemizden, dükkanımın önünden geçmedi. Ben belki geçer diye biraz daha yavru köpekler yaptım. Biraz daha tavşan oymaları işledim belki gelir tekrar bu sefer daha uzun bakar bende gider bir merhaba diyerim diye. O hiç gelmedi. Bir kez bile geçmedi dükkanın önünden. Keşke bir kez daha görebilseydim diye her sabah bekledim gözüm pencerede.


( Oturduğumuz sahil taşlarının üzerinde geriye doğru yatarak yukarı bakmaya devam etti. Yarısı bitmiş sigarasından derin bir nefes alarak gökyüzüne doğru üfledi. Gecenin karanlığında, çok hafif çiseleyen hatta toz halinde ki yağmur taneleri suratımıza düşüyordu.)


Uzun ve derin bir vedalaşmanın sonunda, ona teşekkür ederek evimin yolunu tuttum. Sahil artık çok geride kalmıştı. Odama girerek, ısıtıcıyı çalıştırdım. Bir sigara yaktım ve karanlık içerisinde bir süre oturarak onun söylediklerini düşündüm. Sigaramı bitirdim ve soğuk yorgan ile yatağımız arasında duvara dönerek uykuya daldım.
Mehmet Atabey / 1957




      

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yaşlılar

Edokta Bir Kış Gecesi

NEDJİMA